Yine saat gece yarısını geçti ve gözlerime uyku girmiyor. Ben çaresizce kendimi bilgisayarımın başında buluyorum. Dert ortağım kelimelerle, bir boş Word sayfasına içimi dökebilirsem ne âlâ, bir parça hafifleyecek sıkıntım. Ama yok başaramazsam, yine bu dertten kurtuluş yok.
Bir dostum bana, çocukların sıkıntılarını dert edinip, düzeltmeye çalışıyorum diye, “Sen en zoru seçmişsin, çok sıkıntı yaşarsın.” demişti de pek oralı olmamıştım. Ne demek istediğini, deneyimlediklerimden sonra uykum kaçınca o kadar iyi anladım ki.
Zor gerçekten… İnsan aile ve dost meclisi dediği yerlerde hiç akıl almayacak öyle tuhaf davranışlar görüyor ki yaşı, mevkii, mesleği, eğitimi ne olursa olsun… Kimi hacı, kimi hoca, kimi profesör, kimi… Fark etmiyor. Çocuğu hemen herkes bir oyuncak, cansız bir nesneymiş gibi görüyor, oradan oraya sürüklenebilecek renkli bir bibloymuş gibi davranıyor ona. İlk fırsatta bir tarafından yakalayıp, ya dişlerini geçiriyor koluna, bacağına ya da sıkıştırmaktan gözyaşı bırakmıyor çocuğun minik gözlerinde. “Yapmayın.” diye uyarınca, “Ben böyle çocuk severim.” diye bir cevap alıyorsun. Herkes çocuğu isteği gibi sevsin, kendi zevklerini tatmin etsin diye mi dünyaya geliyor bu yavrular? Hiç kimsenin “Ne yapayım ben böyle severim, huyum bu.” “Çok tatlı, tutamıyorum kendimi.” demeye hakkı yoktur, yaptıklarıyla bir çocuğu ağlattıktan sonra. Çocuğun yaşı ne olursa olsun, izin istenir. Anne babasından değil, bizzat kendisinden… Verirse amenna, ama yok eğer sevilmek istemiyorsa, öpülmek istemiyorsa kimsenin çocuğa dokunmaya hakkı yoktur. Kim ne derse desin, aksi resmen tacizdir.
Biliyorum ki, yine eleştiriler gelecek, gelsin… Tepki varsa, yanlış anlaşılsam bile, demek ki bir yerlere ulaşıyor anlatmak istediklerim. Denecek ki “İyi ki çocuğu var.” “Her şeye kusur buluyor, her şeyden şikâyet ediyor.” “Ne kıymetliymiş çocuğu.” Evet, iyi ki çocuğum var ki eskilerden beri var olan, çocuklara reva görülen haksızlıkları gözlerimle görüyor ve bizzat yaşıyorum. Sonra da yapabildiğimce uyarıyorum, hiç bir şey yapamasam dua ediyorum ve yazıya dökmeye çalışıyorum ki belki bir nebze olsun çözüme katkım olur diye. Ne kadar büyük olur bilemem. Nemrut Hz. İbrahim’i ateşe attığı zaman, ateşi söndürmek üzere su taşıyan karınca misali benim çabalarım. Yola düşen karıncaya sormuşlar. “Gideceğin yer çok uzak, bu küçük ayaklarla nasıl varırsın?” “ Varamasam da safım belli olsun.” demiş.
Biliyorum bu yolda küçücük adımlarım. Kimlere sesim ulaşıyor, kimlere yarar sağlıyor, kimlerin bam teline basıyor, hangi çocuğu sıkıntılardan kurtarmaya gücüm yetiyor bilemiyorum. Ama bunu yapan en yakınım da olsa, bir çocuğa sırf yemeğini yesin diye “Bak sen yemezsen sincaplar gelir yer.” denilmesine katlanamıyorum ben. Söylenilenleri yapmıyor diye çocuğun “Bak jandarma geliyor şimdi.” diye korkutulmasına da. Sırf dikkatini dağıtmak için “Bak kuşlar var.” denip, boş tavana baktırılan çocukların kandırılmasını bünyem kabul etmiyor. Hiç tanımadığım kişilerce “Aman da aman yaramazlık mı yapıyor bu…” diye sahte ve gereksiz sevgi gösterilerini de.
Kızım küçücükken, tanımadığımız ve bilmediğimiz kişilerce, ölçüsüzce öpülmesine müsaade etmiyor, öpmeye çalışanları da, kibar bir dille “Hiçbir bebeği öpmeyin, çok hassaslar.” diye uyarıyorduk. Kimi kırılıyor, kimi kızıyor, kimi de “Ne kıymetli çocuğu varmış.” diyordu belki de içinden. Biri de “Haklısınız, ben de köpeğimi kimselere öptürmüyorum.” demişti. Ne kadar da komik değil mi? Kızan kızsın, yanlış anlayan da anlasın. Evet, çocuğum kıymetli. Bütün çocuklar çok kıymetli. Ve bu yavruların hiçbiri insanlar sevmek adı altında, onları hırpalayıp, mikroplara boğabilsin diye dünyaya gelmedi.
Şimdi, öpmek isteyenlere izin isteyin diyoruz, herkes yüzümüze tuhaf tuhaf bakıyor. Anlıyoruz ki anne baba olarak, çocuğun sahibiymişiz gibi, kendi şahsımıza izin beklediğimizi zannediyorlar. “Çocuktan izin alın diyoruz, bizden değil.” dediğimizde biranda durum değişiyor, kara bulutlar dağılıyor ve kızımız izin veriyor ya da vermiyor, artık kendi seçimi. Ama sesimiz ulaşıyor ya karşı tarafa, biraz olsun içimize su serpiliyor.
Ne zaman değişecek çocuklara bakışımız? Onları stres topu, sirk maymunu gibi görmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Anne baba olarak bile o yavruların sahibi değil, emanetçisiyken, nedir üçüncü, dördüncü şahıslarca sergilenen ezalar?
Çocuklar neden hırçınlaşıyor, neden birbirlerini ısırıyor ya da sıkıştırıyor acaba? Pek çoğunun nedeni, ölçüsüz ve gereksiz yetişkin davranışları… Allah bütün çocukları korusun, neden cinsel istismara maruz kalıyor, kalsa da sesini çıkartamıyor çocuklar? Çünkü sürekli mahremiyetlerine müdahale edildiği için, sürekli yanlış dokunuşlarla hassasiyetleri harap edildiği için, hangi dokunuş dost, hangisi düşman ayırt edemiyorlar. Bilemiyorlar nasıl bir çıkmazın içinde olduklarını.
Kim ne derse desin, tepkisiz kalmayalım. En ufak bir kandırma, çocukları kendi keyfe kederliğimize feda etme durumuna kimse sessiz kalmasın. İnsan hakları var, hayvan hakları da. Ya çocuk hakları? Bir köşede seveceğiz diye sıkıştırılan, ağlatılan 1 yaş altındaki bir bebeğin bile geleceğinden sorumluyuz, ister annesi olalım, ister babası, isterse hiçbir şeyi. Tanımıyor dahi olsak, şahit olmuşsak tatsız bir olaya, elimizden geleni yapmalıyız. Bu yapılanın küçüğü, büyüğü yok, hiçbir mazereti de. Belki yumuşak bir müdahale, bir uyarı… Hiçbir şey yapamıyorsak bile bir dua… Biliyor ve hissediyorum ki çaresizce yapılan, acziyetimizin farkında olarak yaptığımız dualar en makbul olanlar… Nefes alıyorsak eğer, bu düzenin değişmesinde bize de düşen çok şey var demektir. Bütün çocukların hak ettiği ama biz yetişkinlerin kendini bilmezlikleri yüzünden bir türlü göremedikleri önemli bir şey var: SAYGI…
Dünyalarına, ruhlarına, varlıklarına SAYGI… Hem de kendimize istediğimizin çok daha iyisinden…