“En güzeli çocukluğumdu… Sahip olduğum sıska bir vücudum vardı” dünya sadece oyundan ve arkadaşlarımdan ibaretti benim için.
Köy çocuklarıydık biz, ellerimiz kirli ve çamurlu, kıyafetlerimiz ise eskiydi. Koşup oynayınca yorulurduk. Düşüp, dizimiz kanadığında hissederdik acıyı. Uslanmazdık… Yeniden sokaklara döner bıraktığımız yerden devam ederdik oyunumuza.
Oyunlarımızın ismi; yakalamaca, dombili, uçuk-buçuk’tu. Oyun malzemelerimiz; çelik-çomaktı. Fakat mutluyduk çok, sevgiye aç gülümsüyorduk inadına, bir dağın eteğinde…
Bayramlar bir başka güzel geçerdi köyümüzde. Hazırlıklar bir hafta öncesinden başlardı. Kapı kapı dolaşır şeker toplardık bayram neşesiyle. Ağaçlara kurulan salıncaklarda sallanırdık çocuksu bayram coşkumuzla.
Yalnızca bayramlarda yakılırdı kınalar ellerimize…
Okulun ilk günleri başka bir heyecan yaşanırdı içimizde ve köyümüzde. Yeni arkadaşlarla tanışmak zevk verirdi bize. Oysa o arkadaşlar tanıdığımız her gün gördüğümüz insanlardı.
Yaz tatillerinde ailelerimize yardımcı olurduk. Dağların eteklerinde, doğanın çıplaklığını ve ürpertici sessizliğini, kuş cıvıltıları şenlendirirdi. Koyunları, inekleri otlatır tarlalarda çalışırdık bir çocuksu azimle.
Neresi çayırlık ve gölgelikse oraya giderdik. Kuru soğan, ekmek ve tuz azığımızdı torbamızda. Suyumuzu serin serin akan derelerden içerdik.
Komşuluk vardı köyümüzde. Biri hastalandı mı, tüm köylü ya taze sağılmış sütle ziyaret eder veya yeni pişmiş sıcak bir ekmekle onu.
Şimdi bizler o sahneden çoktan inmişiz ve çocukluğumuzu izleyen birer seyirciyiz artık.
Sıska bir çocukluk, yitik ve yıkık bir köy, hayal perdesinde…
En güzeli çocukluğumdu, sahip olduğum sıska bir vücudum vardı…
Çok erken büyüdük biz ve omuzlarımıza elemler çok çabuk yüklendi…
Küçücük bedenlerimizde yığıldı ağırlığı hayatın…
Ayrılıklarla tez tanıştık, o yüzden bu kadar buruğuz…
Köy çocuklarıydık biz ellerimiz kirli çamurlu ve kıyafetlerimiz eskiydi…
Aslında biz hiç büyümek istememiştik, hep çocuk olarak kalmaktı arzumuz…