Ne anlamsız gelmişti kimilerine: mühendislik diploması, pek çok iş teklifi, üzerine yüksek lisans, yılları alan iş deneyimi, ama sonrasında doğum ve çalışmamak… Ne iğneli sözlerle yargılandım en kariyerli kişiler tarafından, belki de biraz tembel, biraz da çağdışı sayıldım.
Ne iş yaptığımı soranlara “Bebek Mühendisiyim.” dedim, “Nerede çalışıyorsun?” diyene “Ev Tekstil’de” cevabını verdim. Anlatmaya çalıştım aslında evde olmanın boş durmak demek olmadığını ama hiç bir zaman bilemedim ne kadar başarılı olabildim?
Her şeyi alt üst şekilde bırakıp, evden kaçarcasına çıkmak, bir yerlerde çalışıyor sayılmak ne hoş bir duyguydu oysa. Çalışan kadın olmak bir güçtü, itibardı, ama ben anneliği en büyük kariyer saydım.
Elime doğmuştu çünkü minicik bir yavru… Dokuz ay bedenimde büyümüştü ve doğumunun ilk saniyelerinde benim koynumda huzur duymuştu; sıcaklığı ve midesine gidecek ilk yudumu benim vücudumda bulmuştu. Ben onu 7 gün 24 saat, her istediğinde, istediği kadar emzirmeyi seçtim. Geceleri bel ve sırt ağrılarından dinlenememek pahasına da olsa, 2 yıl doyasıya beslemeyi görev bildim, sosyal ortamlarda sefa sürememek ve çay keyfi yapamamak uğruna da olsa. O, Allah’ın onun için verdiği mucizevi sütleri içtikçe adeta ben doydum…
Onun kendi evinde en rahat olması adına, onu serbest bırakmayı ve gerek olmadıkça müdahale etmemeyi doğru bildim. Doğal gelişimine güvenip, onu hiçbir konuda zorlamamayı seçtim.
“Anne” dediği ve anne bildiği kişi bendim. Benim annemin onu ne kadar çok sevse de ancak ona “anneanne” olabileceğinin, ya da bir başka insanın ona iyi bakabileceğinin fakat benim gibi bakamayacağının farkında olarak, her daim yanındaki kişi ben olayım istedim.
Üst komşudan gelen çekiç sesinden korktuğunda benim kucağımda teselli bulsun istedim, ya da köpek havlamalarından bana sığınsın… Hastayken ateşini ölçenin ve başında bekleyenin ben olmam gerektiğini düşündüm.
Her sıkıldığı anı ona keyif alabileceği bir oyun haline dönüştürmeyi denedim. İstediği kraker yanımda olmadığında, hayali krakerler uzatarak onu eğlendirdim. Dışarıda tuhaf bakışlara rağmen saklandım ağaçların arkasına, ta ki o beni bulana dek… Koşturdum önü sıra mağazaların arasında, “Şu kadına bak koskoca haliyle…” diyen el alemi hiç umuruma katmamayı seçtim.
Sıkıntılı anlarım oldu elbette, ama sinir krizlerinden deliye döndüklerim hiç olmadı. Gözlerimden akan yaşlar hep, annelik duygusunun içimde bir yerlere sığamayıp taşanları, sel olup akanlarıydı…
Nasıl da şükrediyorum her anında yanında olabildiğim için… Sabah ayrı bir tadı var yanaklarının, akşamları daha bir başka… Gülen yüzünün her yerini aldım ezberime, sanki bir şiir gibi kızımın güzel yüzü… En sevdiğim mısralar, en okunası dizeler onda…
Her uykusundan uyandığında, onun o güzel masum yüzünü görünce tazeleniyorum ben, hayata yeniden bağlanıyorum adeta… Bütün yorgunluklarım onun “annem” deyişinde huzur buluyor.
Anne olduğumda anladım ki, anne olmak büyük bir şey… Hem de çok büyük… Bildiğim bütün tartılarda ağır basıyor… Bir kefesinde kariyer var, yanında çok para, güzel itibarlı sözler, lüks evler, son model arabalar… Ama karşı tarafta ne olursa olsun, benim tartımda hep annelik ağır basıyor…
Dedim ya ben anneliği en büyük kariyer saydım…