Geçenlerde kızıma şapka almak üzere bir mağazaya girmiştim. Çığlık çığlığa ağlayan bir kız çocuğunun sesiyle irkildim bir anda ve ister istemez kulak kesildim, neydi bir çocuğu bu hale getiren sebep diye…
Yanında iki kızı olan bir kadın vardı. Biri büyüktü, sanırım 9-10 yaşlarında; diğeri ise 3-4 yaşlarında ve arabadaydı. Küçük kız nefessiz kalacakmışçasına ağlıyordu. Kafasından adeta ateşler fışkıran annesi, çocuğun arabasını asansör boşluğuna doğru sürüp, ileri geri hareket ettirerek bağırıyordu aynı zamanda: “Sus! Yoksa seni aşağıya atarım.”
Bir anda bütün vücudumun titrediğini hissettim duyduğum bu cümleyle. Bulunduğumuz kat ve aşağısını düşündüm: Allah korusun, o çocuğun aşağıya düştüğünü gözümde canlandırdım; kanım dondu; titredim. O an bilemedim yapmam gerekeni. Görmezden ve duymazdan mı gelmeliydim, yoksa boğazımda düğümlenen cümlelerin bir kaçını yöneltmeli miydim kadına? Ben henüz karar veremeden, bir cümle fırlayıverdi dilimden. Gönlümün razı olmadığı durumlarda ne yazık ki dilimi susturmayı hiç beceremeyişime yenildim yine. “Öyle derseniz korkmaz mı, bakın çok korkmuş.” dedim. Ama mağazadaki onlarca insan gibi benim de bu duruma sadece seyirci kalmamı beklediğinden, kadın şaşkınlığını gizleyemiyordu. Anlam veremedi tepkime. Bir süre durakladı, yüzüme uzunca baktı ve “Korksun, zaten o yüzden söylüyorum.” dedi. Başka hiçbir şey söyleyemeden ama içime oturan büyük bir sızıyla ilerledim şapka raflarına doğru.
Sarf ettiğim cümleyi hazmedemeyen kadıncağız arkamdan seslendi: “Çocuğunuz var mı?” Eminim ki beklemediği bir cevap vermiştim “Var.” diyerek. Çocuğum olmadığını düşünerek hemen akabinde ekleyeceği cümleyi bile hazırlamış olduğu her halinden belliydi: Ben “Yok.” diyecektim ve o da “Olunca anlarsın.” diyecekti. Ben de toyluğuma verecektim durumu, “Çok haklısınız, kusura bakmayın.” diyecektim. Anne olmanın, emanetçisi olduğu yavruya her türlü zulmü yapacağına kanaat getirip hak verecektim hanımefendiye(!) Ama beklediği gibi olmamıştı ve benim “Evet” cevabım, onu daha çok öfkelendirdi. Bu sefer “Benim de 3 tane var.” dedi çok dertli ve öfkeli bir ses tonuyla. Sonra da “Allah böyle evlat senin de başına versin de gör.” diye ekledi. Kendince büyük bir beddua ile cezalandırmıştı beni. Ona en nazik halimle bile olsa müdahale etmiştim çünkü. O arabasında sarstığı çocuğun tek sahibiydi(!) , nasıl olur da bir başkası anne ile çocuk arasına girebilirdi? Yine susmaya razı olmayan gönlüm; “Varlığı dertse yokluğu nedir hiç düşündünüz mü?” dedirtti. Kadın hırsını ve hızını alamadan anlayamadığım şeyler söyleyerek uzaklaştı…
Oysa en kibar halimle durumun vahameti karşısında kendimi tutamayıp müdahil olmuştum olaya. Susmalı ve görmezden mi gelmeliydim acaba? Yoksa doğrusu muydu yaptığım? Ama dediğim gibi gönlümün razı olmadığı durumlara sessiz kalamıyorum ben. Haksızlıklara duyarsız, tepkisiz kalamıyorum.
Aynı durumda iki farklı insan gördüğümüzü varsayalım: İki kişi var sokakta, kadın ya da erkek hiç fark etmez. Düşünün ki biri güçlü, diğeri zayıf… Güçlü olan zayıfı tutmuş kollarından ve sarsarak bir asansör boşluğundan aşağı atmakla tehdit ediyor. Zayıf olan da çaresiz, kan ter içinde feryat figan ağlıyor… Ne yapardınız? Müdahale etmeye korkup çekinseniz bile, en azından polisi arayıp duruma el atmasını sağlamaz mıydınız? En tabii insanlık görevi değil midir bu gibi durumlara seyirci kalmamak?
Peki, bu tanıklık ettiğim hadisede kadını yaptığında haklı gösterecek sebep, o zavallı yavrucuğu doğurmuş olması mı? “Annesiyim.” diyerek bir canlıya zulmedebilir mi bir insan? İnsan aynı durumda bir kedi ya da köpek yavrusu görse, vicdanı sızlar ve “Ne yapıyorsun?” demez mi zulmeden kişiye? Peki, nedendir böylesi şiddet tablolarında sessiz, duyarsız kalışımız? Şiddetin her türlüsüne sessiz kalan, o şiddete ortak olmuş sayılmaz mı? Nedir toplum olarak çocuklara reva gördüklerimiz?
Sahip olmak başka, sahip çıkmak başkadır. Anneler olarak, Yaradan tarafından bize emanet edilen canlara sahip çıkmamız gerekirken, sahipleriymiş gibi davranıyoruz. Pek çok çocuk boynunda tasma varmış misali, baskıyla büyütülüyor ama kimin umurunda? Kimi zaman kendi istek ve keyfimizi ön plana alarak, çocuklarımıza eziyet çektiriyor ve arkasından yine onları azarlıyoruz huzursuzlandıkları için. Oysa ya çocuğun uyku saatiydi anne gezmeyi seçmişti evde çocuğunu uyutmak yerine ya da çocuk bir şey istemişti ve anne dediğini almamıştı belki de haklı olarak “Hayır.” demişti. Sebebini bilmiyorum. Ama hiçbir sebep bir anneyi bu hale sokmamalı. Anne bir limandır çünkü. Annenin en katı halinden bile yine annesine sığınır çocuk, çaresizce muhtaçtır onun sevgisine ve ilgisine. İşte en sert tepkiler ve tehditler en güvendiği anneden gelince kime sığınır zavallı yavrular? Yaşadığı ıstırabı hangi kucak dindirir?
Anne olmak, bir insanın nüfus cüzdanında adının yer almasından, gururlanarak doğum hikâyeleri anlatmaktan ibaret değildir. Anne olmak “Yaşlanınca baksınlar.” diye geleceğe yatırım yapmak da değildir. Anne en sevecen ve en şefkatli haliyle yanında bulunur yavrusunun. Şair O. Seyfi Orhon “Annemle Hasbihal” adlı şiirinde “… Senden umuyorum teselli yine!” diyor. Hayatın zorlukları karşısında teselli eden değil midir anne? Neden günümüzde takındıkları tavırlarla, değil teselli etmek yerine çocuklarını teselliye muhtaç bırakıyor pek çok anne?
Anne olmak, en zor zamanlarda bile sakin durabilmektir. Anne olmak kendi rahatını geri plana bırakabilmektir. Kendinden vazgeçemeyen; bir emanetin sorumluluğunu taşıyacak sabrı, tahammülü olmayanların değil ikinci, üçüncü çocuk, birinci çocuğa karar vermeden önce bile çok iyi düşünmesi gerekmez mi? “Çocuk bu, bir şekilde büyür.” mantığıyla, çocuğa hükmetmeye çalışmanın adı annelik değildir. Peki ya nedir?