Deprem, bilindiği gibi tüm insanları etkileyen, herkeste korku, kuşku, endişe, telaş, çaresizlik, suçluluk gibi duygular yaratan bir felaket. Yaşı her ne olursa olsun her insan, depremin etkilerini taşıyor ve belki de taşımaya devam edecek. Ancak çocuklar üzerindeki etkileri biraz daha farklı.
Felaketin en yoğun yaşandığı ve hissedildiği ilk günlerde kaygı ve korkuların da yoğun yaşanması son derece doğal. Normal olarak zaman ilerledikçe ilk günlerde yaşanan bu kaygıların, telaşın hafiflemesi bekleniyor. Ve hem yetişkinlerin hem de çocukların, bu acıyı taşımaya devam etmeleriyle birlikte yavaş yavaş sosyal yaşama günlük doğal aktivitelere dönmelerini bekliyoruz. Ancak olayın üzerinden birkaç hafta geçmesine karşın azalmayan korkular, endişeler, uyaranlara ani tepki verme, sık sık irkilmeler, iştah ve uyku sorunları, çevreye uyum sorunları, davranış sorunları devam ediyorsa, deprem öncesi döneme göre ciddi kişilik ve tutum farklılıkları varsa mutlaka uzman yardımına başvurulması gerekmektedir.
İlk günlerde olayın şokundan kurtulamayan kimi çocukların ilerleyen zaman içinde bu belirtileri göstermeleri bekleniyor. Özellikle deprem bölgesinde yaşayan ve ölüm, yıkılma ve ardından gelen tüm sıkıntıları bizzat yaşayan çocukların ilk şok atlatıldıktan sonra kimi ruhsal sorunları daha yoğun bir biçimde yaşamaya başlamaları olasıdır. Çocuklarda zaman ilerledikçe artan ve daha somut bir biçimde görülmeye başlanan bu belirtilerin ciddiye alınması ve mutlaka bir uzman yardımıyla sorunun çözümüne gidilmesi gerekmektedir.
Özellikle depremi yaşayan çocukların yaşlarına göre etkilenme biçimleri de değişiktir. 0-2 yaş arası çocuklarda güven duygusunun gelişiminde dışarıdan aldıkları tepkilerin önemi biliniyor. Bu yaşlardaki bebeklerin temel gereksinimlerinin (ilgi, temas, sevgi, beslenme, temizlik) zamanında ve yeterince karşılanması ve karşılanma biçimi, güven gelişiminde de belirleyicidir. Örneğin uzun süre ağlamasına karşın altı kirli bırakılan, yemeği, suyu geciktirilen bebeklerin güven duygusu olumsuz yönde etkileniyor. Bu nedenle, bu yaşlarda çocukları olan anne-babalar öncelikle bebeklerinin temel gereksinimlerini karşılamaya özen göstermeliler. Kendi umutsuzluk, acı, korku ve kaygı duyguları nedeniyle sabırsız ve boş vermiş davranmamalıdırlar. Böyle bir durumda bu bebeklerin daha yoğun temasa, sevecenliğe ve ilgiye gereksinim duydukları unutulmamalıdır.
Bu bebekler kendi ebeveynlerini yitirmiş olabilirler. Bu durumda da bebekle birinci derecede ilgilenen kişilerin aynı ilkeler doğrultusunda hareket etmeleri gerekmektedir. 2-4 yaş arası çocukların ise bu felaketten tıpkı yetişkinlere benzer duygularla etkilendikleri bilinmektedir. Her şeyini yitirmiş olma, bir yere ait olma duygularının zedelenmesi, “Bundan sonra ne yapacağız?”, “Yeniden aynı tehlike var mı?” sorularının düşünülmesi ve ciddi kayıp duyguları yaşama, tehdit altında olma duyguları yaşamaları çok doğaldır. Bizlerle çok benzer duygular yaşayan bu çocukların mutlaka duygularının dinlenilmesi ve anlaşılmaya çalışılmaları gerekmektedir. Kendi yaşadığımız tüm benzer duyguların, korku ve kaygıların da anlatılması, “Ben de tıpkı senin gibi hissediyorum” mesajlarının verilmesi önemlidir.
Kendi duygularımızla birlikte “Artık tehlike bitti; yaşıyoruz ve her gün her şey biraz daha iyi olacak; seni bırakmayacağız, hep birlikte olacağız, birlikte sorunu çözeceğiz” mesajlarının defalarca yinelenmesi önemli. Onlar bu konudaki soruları defalarca sorabilirler; aynı biçimde tatmin edici yanıtların da yinelenmesi ve çocukların gerçekçi bir biçimde rahatlatılmaları, sabırla yanıtlanmaları önemlidir. Bu yaş grubundaki çocukların yaşadıkları olumsuzluklardan sonra yeniden güven kazanmaları zaman alabilir. Ve bu güveni sürekli sınama gereksinimindedirler. Bu nedenle bıkıp usanmadan bu güvenin defalarca telkin edilmesinin önemi büyüktür. Ayrıca bu yaş grubu çocukları yaşanan olumsuzluklar karşısında “Benim yüzümden oldu” suçluluğu yaşayabilirler. Bunun böyle olmadığını, doğal bir felaket olduğunu ve kimsenin buna etki edemeyeceğini, onun varlığının bizim için ne denli değerli olduğunu vurgulamak zorundayız.
Okul öncesi yaşlardaki tüm çocukların, mümkünse felaket alanlarından, acının yoğun yaşandığı ortamlardan daha normal ortamlara geçirilmelerinde yarar var. Bu noktada, mümkünse çocuğun annesi ile ve diğer aile bireyleri ile birlikte bulunmasına da özellikle dikkat edilmelidir. Çünkü annesi ve ailesi hayattaysa çocuğu yakınlarından koparmak-özellikle de okul öncesi yaşlardaki çocuklarda çok daha ciddi sıkıntılara yol açabilir.
Okul yaşlarındaki çocukların da bizimle çok benzer duygular yaşadıklarını ama çözüme dönük katkılarının da olabileceğini unutmamalıyız. Bu çocukların yaşanan bu sıkıntılarda yardım çalışmalarına katılmasını sağlayabiliriz. Bu, onların hem suçluluk duygularının azalmasına hem de kontrol duygusunu kazanmalarına, sorun çözme becerisi geliştirmelerine de olumlu etki edecektir. Tıpkı bizim gibi onlar da kendilerinin dışında kendilerinden daha zor durumda olan kişilerin yardımına koşmaya isteklidirler.
Bu çocukların tümüyle olaydan soyutlanmaları da yapay bir durum oluşturma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü yaşam boyunca karşılaşılabilecek tüm güçlükler tüm aileyi ilgilendirir ve eğer çocuk yaşı itibarıyla bunun üstesinden gelebilecek durumdaysa, hiçbir katkıda bulunmamış olmak ve olaydan tümüyle uzak bırakılmak ileride daha ciddi suçluluk duygularının oluşumuna yol açabilir. Bu nedenle hem yetişkinlerin hem de okul çağındaki çocukların kendi becerileri ve yapabilecekleri doğrultusunda bir çaba içine girmeleri gerekmektedir ve çocuklar için bu tip ortamlar sağlanmalıdır. “Her şeyden soyutlanmakla ”la kastedilen, tüm kötü görüntülere çocuğu maruz bırakmak değildir elbette. Özellikle ölüm ve ağır yaralanma görüntülerini çocukların hiçbir biçimde izlememelerinin sağlanması önemlidir.
Yine bu yaş grubu çocuklarında çaresizlik duyguları tıpkı yetişkinlerdeki gibi yaşandığından ve ilk günlerde doğal duygu yoğunlukları yaşandığından durumla ilgili belirsizliğe izin vermemek önemlidir. Bundan sonra neler olabileceği, yaşam akışlarının nasıl olacağı geleceğe ilişkin umutların neler olduğu anlatılmalı yine hayatta olmalarının anlamı ve değeri vurgulanmalıdır. Ve tüm yaşanan sıkıntıların zaman içinde en aza ineceği ve bir gün tümüyle unutulacağı anlatılmalıdır. Unutulmaması gereken konu, acılar unutulmasa da bir gün bu yaranın tümüyle kapanacağıdır. Herkes kendi kişiliğine ve yaşadığı acının boyutuna göre farklı tepkiler verebilir. Bu acıyı en hızlı ve en hasarsız biçimde anlatmanın yolu şu sıralar çaba içinde olmaktır. Tüm yardım çalışmalarına elden geldiğince aktif biçimde katılmak hem suçluluk duygularımızı hem de çaresizlik duygularımızı azaltacaktır. Çocukların yardım çalışmalarında kullanılmalarının onların kişilik ve insani değerler geliştirmelerinde de önemli payı vardır.
Bu felaketi deprem bölgelerinde değil de ailesiyle birlikte başka bölgelerde de sarsıntı biçiminde yaşayan ya da yalnızca görsel ve yazılı basın yoluyla izleyen çocukların da etkilenmeleri olası. Buradaki temel ilke çocuklara ölüm ve acı görüntülerini izlettirmemektir. Televizyon karşısında, sürekli biçimde sizin ağladığınızı, durumla ilgili korku, kaygı ve çaresizlik yaşadığınızı izleyen çocuklar kendilerini tümüyle korunmasız ve tehdit altında hissedebilirler. Elbette ki acının yaşanması doğal ama eğer sizin yaşadığınız bu kaygılar günlük yaşamınızı etkileyecek boyuttaysa bunu evde çocuklarınızla yaşamak yerine bir uzman yardımına başvurmalısınız. Deprem bölgesi dışındaki ailelerin çocuklarını mümkün olduğunca olağan sosyal yaşantının içine sokmaları, yaşamın kalınan yerden aynen devam ettiği, aynı umut ve beklentilerin sürdüğü mesajını vermeleri, çocukların normal psikolojik durumlarına dönmelerini hızlandıracaktır. Aynı biçimde bu çocukların da deprem bölgesinde yardıma gereksinimi olan kişilere ve çocuklara yardım etmeleri sağlanmalıdır. O bölgeye götürülemeseler de kendi harçlıklarından, oyuncaklarından giysilerinden bir bölümünü yardım amacıyla kullanmaya yöneltilmelidirler.
Aile bireylerinden birini, birkaçını ya da tümünü yitiren çocukların durumları elbette ki daha da zor. Bu çocuklar tüm bu sıkıntıların yanı sıra ciddi başka kayıplar da yaşıyorlar. Diğer çocuklar evlerinin, eşyalarının, oyuncaklarının kaybını yaşadıkları sırada bu denli zorlanırken, bu çocuklar bir de çok daha temel olan varlıklarını yitiriyorlar. Bu durum, özellikle anneye bağımlılık gösteren 0-3 yaş çocuklarını daha fazla etkiliyor. Temel güven duygusunun gelişiminde çok etkili olan anneye yakın olma duygusunu da yitiriyorlar. Eğer 0-3 yaş arasında olan, ailesinde bir kayıp ya da kayıplar yaşamış bir çocukla ilgileniyorsanız mutlaka bu çocuğun sürekli yanında olun, beden temasına çok önem verin ve tüm temel gereksinimlerinin zamanında ve sevecenlikle karşılanmasına özen gösterin. Daha büyük çocuklara da “Annen hastanede, uzağa gitti, sonra gelecek vb.” gibi yalanlar yerine, çocuk ilk şoku atlattıktan sonra annesinin öldüğü ama onun güvende olduğu, bu durumdan ötürü herkesin çok üzgün olduğu ve artık yapılabilecek bir şeyin olmadığı anlatılmalıdır. Bu arada küçük çocuklarda olduğu gibi daha büyük çocukların da temel gereksinimleri aksatılmadan karşılanmalı, bol bol kucağa alınmalı ve ağlamasına engel olunmamalıdır. Bu sırada yaşadığı, suçluluk vs. duyguları da ifade etmesi için ortam sağlanmalıdır.
Korku, telaş, kaygı, ürperti, uyarılara ani tepki ya da tepkisizlik, uykusuzluk, iştahsızlık, genel mutsuzluk hali, çökmüşlük hali, artan dikkat sorunları, sinirlilik ve davranış sorunlarının yoğun bir biçimde devam ettiğini izlediğiniz çocuklar varsa hatta bu belirtiler her geçen gün artıyorsa bu çocukların ciddi bir psikolojik ve/veya psikiyatrik yardıma gereksinimi olabilir. Bu durumda bir an önce profesyonel kuruluşlara başvurulması gerekmektedir.
Belgin TEMUR
Uzm. Pedagog