Anne baba, çocukların beş duyusuna hitap edecek tarzda etkileşim ve öğrenme ortamları oluşturmalıdır.
Bebek doğumunun ilk gününden itibaren kendini ve çevresini keşfetme çabası içindedir.
Kendi vücudu ile ilgilenir.Elleri ve ayaklarını vücudunun değişik yerlerini tutar, oynar.Yürüme merdiven çıkma, zıplama gibi hareketleri dener.
Dış dünya ile ilgilenir.Bu dönemde çocuk çevresinden bütün uyarı ve bilgileri beş duyusu yoluyla alır.Bu açıdan beş duyuya dayalı algılama , özellikle dokunma, görme ve işitme hislerinin sağlıklı tatmini çok önemlidir.Yürümeye başlayınca çevresinde gördüğü her şeyi ellemek, tutmak ve almak ister, hatta merak ettiği eşyaya eller, yere atar,tekrar alır, sallar, sürter, yırtar,her şeyi ağzına sokar. Onların yerini değiştirir.Bazen kırar döker.Çocuklar çok meraklıdırlar ve her şeyi keşfetmek isterler.Çok cesaretlidirler ve onların bu araştırıcı doğaları yetişkinleri korkutabilir.
Bütün bu davranışlarının, çocuğun çevresindeki evreni araştırma, keşfetme, tanıma ve öğrenme çabası olduğu unutulmamalıdır. Maalesef anne babalar çocuklarının her tarafı kurcalamasından ve etrafı dağıtmasından rahatsız olurlar ve çocuklarına ellerine vurarak veya kızıp bağırarak ceza vermeye kalkışırlar.Bu çağda çocuğu olan annenin ilk yapacağı şey , evinin düzeni konusunda bir karar vermektir; evi sadece büyüklere özgü , büyükler için kurulmuş bir ev mi olacaktır, yoksa çocuklu bir ev mi? Annelerin çoğu bu konuda yanlış bir karar vererek(bu kararı etkileyen nedenlerden biri de düzenli, derli toplu ev sahibi olma isteğidir.) evlerinde her hangi bir değişiklik yapmaya yanaşmazlar. Bu durumda da çevresindeki her şeyi yeni, ilginç bulan çocuğa çeşitli kısıtlamalar yasaklar getirirler.
Bu dönem de sürekli “hayır”larla “olmaz”larla karşılaşan çocuğun gelişimi sağlıklı olmaz.Çocuğun psiko-sosyal gelişiminin sağlıklı olabilmesi adına bu dönemde çocuğun engellenmemesi anne babanın yapması gereken önemli davranıştır.
Anne babalar! Unutmayın, keşif çağındaki çocuğunuza vereceğiniz en paha biçilmez armağan ona “keşif özgürlüğü” tanımaktır.
Çocuğun kendisini “Ben değerliyim”. diye algılayabilmesi ve ”önemli olduğunu hissedebilmesi “ için öncelikle anne baba ve çevresinden “sosyal kabul” görmesi gereklidir.Bu ortamın oluşturulması için çocuğa “uygulama” olanağı vermek gerekir.Dilediği gibi giyinen giysisini seçen dilediği resmi yapan yemeğini baskısız bir şekilde yiyen davranışlara katkı sınırlamalar getirilmeyen kişiliğine saygı gösterildiğini gören ve kendini özgürce ifade edebilen çocuk “ben değerliyim.”diye düşünür.Çocuğun önemli ve değerli olduğunu hissetmesi onun girişimciliğini daha da artırır.Çocuk, dört yaşına geldiğinde, girişimcilik ve atılganlık eylemlerini açıkça göstermeye başlar.Bu dönemde çocuk her şeyi yapabileceği inancına sahiptir.
Yeni denemelerde bulunmaktan çekinmez ve bu denemelerin sonucunda kendine güveni artar.Artık o; kişisel kapasitesini ve gücünü fark etmeye başlamıştır ve bunu çevresine fark ettirmeye çalışır. Bu dönemde anne babaların çocuklarını aşırı derecede korkutmaları, onları yaptıklarından dolayı suçlamaları onun algıladığını kısıtlamaları çocukta girişimciliği engeller. Onda aşırı çekingenlik ve suçluluk duygusuna neden olabilir.Ayrıca çocuğun bağımsız davranışlarına yaptıkları kısıtlamalar onun kendisine olan güven duygusunun gelişimini de engelleyebilir.
Çocukların girişimciliğini ortaya koyan yaşadığım ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Oğlum dört buçuk yaşındayken tuvalet kağıdının suyu çekişi onun dikkatini çekmiş ve bunu heyecanla benimle paylaşmıştı:”baba, bakar mısın su nasıl kayboldu.”
Onun için ilginç bir deneyim olmuştu bu durum.
Daha sonra bir gün yine heyecanla yanıma koştu ve soluk soluğa elimden tutup “baba ne olur gel!” diyerek sürüklemeye başladı. Tuvaletin önünde durduk, kapıyı açtığımızda onun ağzından şu sözler dökülüverdi:”Baba, gördün mü kağıt, çişimi de çekti!” şaşkına dönüşmüştüm.
Tuvalet kağıdını çekim gücünün suyun dışındaki sıvılarda da olup olmadığı konusunda deney yapıyordu oğlum.Ve deneyde başarıyı elde etmiş bir araştırmacının heyecan ve coşkusunu taşıyordu aynı zamanda. Ne diyeceğimi şaşırmış ve “Oğlum, annen araştırmanın sonucunu görmeden kaybol.” Emrini vermiştim ona.Bu dönemde öğrenme ve gelişim “beş duyu merkezli” (Görme, duyma, koklama, tatma, dokunma) olduğu için çocuğun beş duyusuna hitap edecek tarzda etkileşim ortamları oluşturmak çok önemlidir.Mutlaka farklı ortamlarda ve insanlarla çocuklarımızı bir araya getirmeyiz.Çocuklarını dışarıyı seyredebilecek şekilde kangurunun içine koyup gezen turistleri gördükçe onları taktir ediyorum.Çünkü konumdaki çocuk; çok farklı mekanlarla ve insanlarla karşılaşmış oluyor. Batı kültüründe gözlediğim bu davranışı bizim de hayata geçirmemiz çocuğumuzun gelişimi adına çok önemli.
Oğlum her yeri keşfetmişti. Son olarak anneler için kutsal mekan olan misafir odası kalmıştı. Ve tabi girilmesi yasak bölge. Annesinin her dalgınlığında mutlaka orayı araştırmaya girişirdi.Sonunda orayı da keşfedince artık evde durmak istemediğini başka ortamlara girmek istediğini fark ettik. Bu durum bütün çocuklar için geçerli. Onları sınırlama ve engelleme yerine çocuklarımız için daha fazla etkileşime girebilecekleri ortamlar hazırlamalıyız.
Fransız psikolog Piaget’in dediği gibi, “Çocuk ne kadar çok şey görür ve duyarsa, o kadar çok görmek ve duymak isteyecektir.”Bu konuda yapılan araştırmalardan bazı örnekler vermek istiyorum.
İnsanlar üzerinde yapılamayacak birtakım aşırı deneyler hayvanlara uygulandığı için ,kedi, köpek, fare, ördek, maymun, kuş gibi çeşitli hayvanlarla yapılan deneyler göstermiştir ki, bebeklik çağında bu hayvanlara belirli uyarılarda bulunulduğu zaman, yavrular daha hızlı gelişmekte ve uyarılmayan hayvanlara oranla daha zeki olmaktadırlar.
Berkley’deki California Üniversitesinde, iki psikolog, bir biyo-kimya ve bir de anatomi uzmanından oluşan ekibin yaptığı araştırmalarda, beyaz farelerin yavruluk döneminde uygun bir çevrede yaşatılmaları sonucunda, büyüdükleri zaman birtakım sorunları çözebilme yeteneğinin artığı, aynı zamanda da bunların beyinlerindeki kimyasal özelliklerle anatomilerinin geliştiği kanıtlanmıştır.
Bu deney şöyle yapılıyor.Yeni doğmuş on iki ikiz fare deney için ayrılıyor.Bu ikizlerden birer tanesi bir araya toplanıyor.İkiz eşleri ise tek tek kafesler kapatılıyor.Bunlara kafeslerinden çıkma , çevreyi tanıma imkanı verilmiyor ve bakıcıları da ancak yiyecek verme zamanlarında farelerle ilgileniyorlar. Bir araya toplanmış olan fareler ise, bol ışıklı, kalabalık, gürültülü bir laboratuardaki kafese yerleştiriliyorlar. Kafese merdivenler, döner tekerlekler ve daha başka “beş duyuya yönelik” fare oyuncakları konuluyor.Her gün otuzar dakika fareler kafesten çıkarılarak diledikleri gibi dolaşmalarına izin veriliyor.Fareler büyüdükçe, onlara çeşitli öğrenme görevleri yükleniyor ve öğrendikleri her yeni şey için şekerle ödüllendiriliyor.Bu uyarı ve eğitme programı seksen gün sürdürülüyor.
Uyarıcı ve eğitici çevrede büyüyen farelerle öteki fareler bir araya geldiğinde, binici gruptakilerin ötekilerden daha zeki ve problem çözmede daha becerikli olduğu ortaya çıkıyor.Daha sonra bu farelerin beyinleri inceleniyor.Ve uygun çevrede yaşayan farelerin beyninin öteki farelere oranla daha büyüdüğü , kıvrımlarının fazlalaştığı ve ağırlaştığı görülüyor.Beyin hücreleri çoğalıyor.
Ayrıca Dr.Wayne Dennis’in Tahran ve Beyrut’taki öksüz yurtlarında yaptığı incelemeler de çocukların araştırma ve keşfetme ihtiyaçlarını ve bunların karşılanmasının önemini ortaya koymaktadır.
Tahran’daki öksüz yurtlarında bulunan çocuklar çoğunlukla birbirinden ayrı, tek tek yataklarda sırtüstü yatırılmakta, zamanı geldiğinde mamaları verilmekte fakat çocuk kendi başına dönmeyi becerebilinceye kadar yatakta yatış biçimi bakıcılar tarafından değiştirilmemektedir. Bu çocukların her hangi bir oyuncakları da yoktur.Kısaca, keşfetme ve öğrenme çabası gösterecek pek az uyarı ile karşılaşmaktadırlar.Bu çocuklar üç yaşına geldiklerinde bir başka yurda gönderilirler.İkinci yurda gönderilen çocuklar arasında yapılan bir araştırma bu çocuklardan en az yarısının bir-iki yaşları arasında ancak oturabildiklerini ve hiçbirinin yürüyemediğini ortaya koymuştur.Oysa aile içinde yetişen çocukların hemen hepsi dokuz aylıkken oturabilmekte ve bir buçuk yaşında da yürüyebilmektedirler.
Beyrut’taki öksüz yurdunda yapılan araştırma da ise, yedi ay ile bir yaş arasındaki çocuklar üzerinde bir duyu ve zeka denemsi yapıldı. Çocuklar günde bir saat yataklarından çıkarılıp bir odada toplanıyorlar ve alçak sandalyelere oturtularak önlerine çeşitli oyuncaklar , renkli tahta ve sünger parçaları, çiçekler ve çıngıraklar konuluyor.Ancak, çocuklar bu oyuncaklarla baş başa bırakılıyor ve başlarında bakıcılar bulunmuyordu. Büyüklerden uyarı niteliğinde bir yardım görmemelerine rağmen bu çocuklar kısa süre içinde oturmayı başardılar.Oyuncaklarla oynamaya başladılar.
Aynı durum yoksul ailelerin çocuklarıyla, hali vakti yerinde olan ailelerin çocukları arasında da belirgindir. Ekonomik durumu iyi olan aile çocukları, yoksul aile çocuklarına oranla daha hızlı bir zeka ve suyu gelişmesi görülmektedirler. Bunun nedeninin başında da ekonomik sıkıntısı olmayan ailelerin çocuklarına zeka ve duyu gelişimini sağlayacak araçlar oyuncaklar alabilmeleri gelir.
Çocuğunuzun bu gelişimini sağlamak için ona duyma, görme, koku ve tat alma duyularını geliştirecek oyuncaklar verin. Elleyebileceği , ısırabileceği, koparabileceği her evde kolayca bulunan nesneler verin.Bunlar çocuğun çiğneyebilmesi için temiz kumaş parçaları sıkabileceği, eğip bükebileceği plastik şişeler, kutular, torbalar; kırıştırıp ses çıkarabileceği kağıtlar kendini görebileceği aynalar; çeşitli kese kağıtları , boş karton kutular, kullanılmayan mutfak eşyaları olabilir.Bu liste uzayıp gider.Ancak dikkat edeceğiniz nokta çocuk her şeyi önce ağzına götüreceği için verdiğiniz nesnelerin yutulabilecek kadar ufak olmaması ve temiz olmasıdır.
Bunların dışında, satın alacağınız veya evde yapacağınız ucuz renkli oyuncaklar da çocuğun duyu ve zeka gelişiminin de çok büyük rol oynayacaktır.
En önemlisi çocukta bağımsızlık, güven duygusu ve atılganlık gücü geliştiren serbest hareketlere önem verilmeli ve çocuğun dünyayı keşfetmesinde mutlaka ona yardımcı olunmalıdır.