Parayı alan, parayı verene bağımlıdır. Ekonomik yapı her şeyi belirler. Çok eski bir söylem, hatta modası geçmiş bir söz olsa da itiraz etmek mümkün değil yine de. Bu bağımlılık, çalışan-patron, memur-devlet ilişkisi içinde emekli oluncaya kadar veya çocuk büyüyüp iş güç sahibi olana kadar sürer. Ev kadınının durumunda ise bu bağımlılık ömürlüktür. Onun ömrü boyunca evli kalması gerekir. Çünkü para kocadadır; koca onun sofrasındaki aşı, başını sokacak evi, sırtındaki giysidir.
Para kaynaklarının sayısı azaldıkça, hareket kabiliyeti azalır, bağımlılık artar. Çocuk hem anneden hem babadan para alıyorsa, ikisinden biriyle çatışmayı daha kolay göze alır. Fakat tek kaynak babaysa, ona itaatsizlik etmesin de bir görsün bakalım. Ev kadınının ise kelimenin tam anlamıyla varı yoğu kocasıdır. O çıkarken para bırakmasa, harçlığından olmuş küçük bir çocuktan ne farkı kalır?
Ev kadınlığı, kadının parayla satın alınabileceği senaryosuna dayalı bir sistemdir. Hem de öyle bir kerelik satın alma değil, ömür boyu sürecek şekilde satın alınmadır bu.
Ev kadınlığı, yalnızca ekonomik ve sosyal bir durum değil, aynı zamanda ruhsal bir şekilleniştir. Bizim bey ne der? En çok kullanılan sözcüktür . Önce Beyime sormam lazım. Erkeğin üstünlüğünü temel alır ve bu üstünlük her şeyden önce gelir. Hayatı boyunca yaptığı hiçbir işten para kazanamaz kadın. Ev temizliği yapmıştır hem de gece gündüz. Çocuklarını bakıp büyütmüştür , hem de 24 saat .Pasta-börek yapmıştır ancak yine de para kazanamamıştır. Ütü yapmıştır yüzlerce pantolon ve gömleğe, ancak yine de para kazanamamıştır. Pek çok restaurant’ta aşçılar avuç dolusu para kazanırken, kadının evde yaptığı yemek yine para kazandırmamıştır. Ne kadar çok çalışırsan çalış yine de para kazanamadı kadın.Öyleyse tek bir para kaynağı kaldı geriye . Kocası kadına para verirse parası olur kadının.
Kadın evlenir, evinin kadını, yani ev kadını olur. Bu doğallık içinde kurulan evlilikte parayı getiren erkek, hayatını kocanın kazandığı parayla geçiren kadın olur. Son sözü ise parayı veren söyler. İtaat eden, bağımlı taraf rolü de kadına düşer. Neyi ne kadar yapacağını, nereye kimle gideceğini ya kocası ya da ancak kocasının izin verdiği sınırlarda olması kaydıyla kendisi belirler.
İşin en garibi de, bu durumun yaygınlığı nedeniyle bizzat ev kadınının kendisince normal kabul edilmesi, dahası içselleştirilip, farklı olanlara karşı savunulmasıdır. Özellikle çalışan kadınlara gizli bir seslenişte bulunur. “Benim kocam beni çok sever ve kıskanır ; bu yüzden çalışmama izin vermez”. Yazık… Bu sözlere maruz kalan çalışan kadının kafası birazcık bulanıksa eğer içerler buna. İçerler ancak kocasına içerler; beni sevmiyor mu acaba kocam diye de içine kurt düşer.
Herkesin içinde, kendini gerçekleştirme potansiyeli vardır. Yani herkes, kendini bir şeylerle var etmek ister. Ev kadınları ise bu noktaya ulaşmak için en kötü noktada bulunuyor, çünkü öncelikle onların bir işi bile bulunmuyor. Eğer yaptığı işten para kazanmıyorsa bir insan işi yoktur. İstediği kadar kadın yorulsun.
Sonuç ; Ev kadınları Üretemedikleri için, başka bir deyişle ürettiklerinin karşılığında para kazanamadıklar için kocalarına bağımlı olmak zorundalar. İçlerindeki yaşam enerjisi ve libido bundan olumsuz etkileniyor. Benlik değerlerinin düşük olması, kendilerini değersiz, işe yaramaz görmeleri, hayata ve kendilerine yabancılaşmalarına neden oluyor. Ev kadınlığından İstifa etmek için daha ne bekliyoruz!!!
Pervin Albayrak